Yarım asırlık bir ömür verdim bu mesleğe. Nice badireler atlattım, zorlu süreçlerden geçtim. Kalemim çoğu zaman haksızlığa kalkan oldu, doğruyu haykırmaya çalıştı. Ancak son zamanlarda tanık olduklarım, mesleğimin saygınlığının nasıl hoyratça ayaklar altına alındığını görmem, içimde derin bir burukluk yaratıyor.
Özellikle bazı meslektaşların tutumu, etik değerlerden ne kadar uzaklaştığımızın acı bir göstergesi. Tuzla'yı bilmeden Tuzla hakkında ahkam kesenler, meslektaşının başarısını kıskanıp dedikodu kazanını kaynatanlar... Bunlar, gazeteciliğin temel ilkeleriyle bağdaşmayan, kabul edilemez davranışlar.
Gazetecilik, bir "mikser" değildir. Her türlü çamurun, dedikodunun, kıskançlığın karıştırıldığı bir arena olmamalıdır. Aksine, doğru bilginin, dürüstlüğün ve etik değerlerin harmanlandığı bir platform olmalıdır. Bizler, kamuoyunu aydınlatmak, gerçekleri ortaya çıkarmakla yükümlüyüz. Kendi küçük dünyalarımızın çekemezlikleriyle, yalan yanlış bilgilerle toplumu zehirleme hakkımız yoktur.
Benim özel hayatımın başkalarına malzeme yapılması da ayrı bir yaradır. Gazetecilik kisvesi altında yapılan bu tür ahlaksızlıklar, sadece bana değil, mesleğin kendisine de büyük zarar veriyor. İnsanların mahremiyetine saygı duymak, en temel insani erdemlerden biridir. Bunu hiçe sayanların, gazetecilik mesleğini temsil etme hakkı olmamalıdır.
Genç meslektaşlarıma bir "ağabey" olarak naçizane tavsiyemdir: Bu "mikser"in gürültüsüne kulaklarınızı tıkayın. Kendi etik değerlerinize sımsıkı sarılın. Araştırın, öğrenin, doğruyu yazın. Kıskançlık ve dedikodu bataklığına saplanmayın. Unutmayın, gerçek gazetecilik saygınlığını dürüstlüğüyle, bilgisiyle ve etik değerlere bağlılığıyla kazanır.
Belki bu satırlar, birçoğunuzun yüreğine dokunmayacak. Belki de "boş konuşuyor" diyeceksiniz. Ama ben, yarım asırlık tecrübemle bu mesleğin geldiği noktadan duyduğum rahatsızlığı dile getirmek zorundayım. Susmak, bu gidişata ortak olmak demektir. Ve ben, buna asla razı değilim.