olaygazetecilik @ hotmail.com

Bir zamanlar mutluluk, okul ziliyle birlikte bahçeye fırlamaktı. Ayakkabılarımız toprakla buluşur, avuçlarımız misketle dolardı. Şimdi ekranlarımızdan izlediğimiz hayatlar arasında sıkıştık. Kendimiz olmaktan çok, “birilerine benzemeye” çalışıyoruz. Çünkü artık mutluluk bir duygu değil, bir sunum biçimi. Ve biz o sunumda figüranız.

 

Bir kahveyi keyifle içmek yetmiyor; doğru ışık, doğru açı, doğru filtre… Yaşanması gereken an, paylaşılması gereken bir sahneye dönüşüyor. İçtiğimiz kahveden çok, paylaştığımız kareye ne kadar beğeni geldiğini düşünüyoruz. Mutluluk, his olmaktan çıkıp ölçülen, sergilenen ve tüketime sunulan bir projeye evrildi.

 

Oysa sahici mutluluk, vitrinlerde değil; derinliklerde saklı. Sustuğunda seni anlayan bir dost, karanlık bir gecede yanan küçük bir ışık, uzun bir günün sonunda başını yaslayabildiğin bir omuz. Bunlar ekranlara sığmaz. Çünkü gerçek mutluluk gösterilmez, yaşanır. Pazarlanmaz, inşa edilir.

 

Bugünün insanı kendi içinde evsiz. Global köy dediğimiz şey, bizi birbirimize yakınlaştırmadı; yalnızca birbirimizle kıyaslanabilir hale getirdi. Artık komşunun çiçeğiyle değil, binlerce kilometre ötedeki bir yabancının hayatıyla yarışıyoruz. Bu kıyaslama bizi yalnızlaştırıyor; iç sesimizi susturuyor.

 

Mutluluk neden zor? Çünkü artık tanımı değişti. Birlikte gülmek yetmiyor, hikâyeye eklememiz bekleniyor. Bir sofra, bir yürüyüş, bir sohbetin yerini; daha büyük, daha pahalı, daha gösterişli olanlar aldı. Yetinmek, eksiklik sayılıyor. Oysa kıymet bilen bilir ki, bir bardak çayın farkına varamayan, yedi yıldızlı otelde de huzur bulamaz.

 

Popüler kültür bizi satın alabileceğimiz mutluluklara inandırdı. Beş dakikalık uygulamalar, paketlenmiş mutluluk teknikleri, “kendi en iyi versiyonun” ol baskısı… Hepsi sahte bir çözüm. Oysa mutluluk algoritmalardan değil, aidiyetten doğar. Ve aidiyet bir kartla değil, kalple kurulur.

 

Bugünün insanı yaşıyor gibi yapıyor. Günü geleceğe rehin veriyoruz: “Bu iş bitsin, şu hedef tutturulsun, sonra…” diyoruz. Ama hayat ertelenebilen bir proje değil. Mutluluk da öyle. O, bazen sabah camı açtığında yüzüne vuran serin rüzgar. Bazen kalabalık bir otobüste göz göze gelip gülümsediğin bir yabancı. Bazen de kimsenin görmediği bir iyiliktir.

 

Mutluluğa nasıl ulaşılır? Belki de ulaşılmaz. Çünkü mutluluk, varılacak bir yer değil; geçerken fark edilecek bir manzaradır. Koşmak yerine yürümeyi, konuşmak yerine dinlemeyi, sahip olmak yerine paylaşmayı seçenlerin yol arkadaşlığıdır.

 

Yükünü hafifletmeden bir başkasının yükünü tutamazsın. Gerçek mutluluk, sesli sloganlarla değil, sessiz bağlarla gelir. Bazen annenin gözünde, bazen de yalnızlığını zarafetle taşıyabildiğin bir gecede.

 

Belki de sorun mutlulukta değil, bizde. Onu “sahip olunacak” bir rozet sandık. Oysa mutluluk bir sonuç değil, bir süreçtir. Ve o süreçte bazen yavaşlamak gerekir. Çünkü fark etmek, aceleye gelmez. Gerisi gürültüdür.