Maskeler Ülkesi: Toplum İçinde Var Olabilmek İçin Rol Yapmak mı, Yoksa Kendin Olup Yalnız Kalmak mı?
Her sabah aynaya baktığınızda, gerçekten kendinizle mi karşılaşıyorsunuz? Yoksa günün geri kalanında toplumun istediği kişiyi oynamaya devam mı edeceksiniz?
Dışarı çıkarken yüzümüze taktığımız şey sadece maskelerimiz değil. Güler yüz, saygılı bir duruş, biraz yapay nezaket ve elbette duyguların süzgeçten geçirilmiş hali… Kimse, gerçekten nasıl hissettiğimizi bilmemeli, değil mi? Öfkenizi, kederinizi, sıkılganlığınızı cebinize koyup, “Nasılsın?” sorusuna refleks olarak “İyiyim” diye cevap vermek zorundasınız. Çünkü toplumun içinde var olabilmenin bir bedeli var: Rol yapmak.
Gün içinde kaç kere içten içe "Burada olmak istemiyorum" dediğiniz hâlde orada bulundunuz? Kaç kere "Ben aslında böyle düşünmüyorum" dediğiniz hâlde onaylayarak başınızı salladınız? Peki ya kaç kere kahkaha atarken aslında içinizde hiçbir şeyin kıpırdamadığını fark ettiniz?
Trafikte size yol vermeyen sürücüye nezaketle korna çaldınız ama küfür etmek istediniz. İş yerinde patronunuzun gereksiz eleştirilerini sessizce dinlediniz, ama aslında içten içe istifa etmeyi hayal ettiniz. Aile toplantısında, yıllardır değişmeyen bir akrabanız sizi başarısız bulduğunu ima ettiğinde gülümsediniz ama içten içe "Beni gerçekten tanımıyorsun bile" diye düşündünüz.
İşte tüm bunlar, toplumun bir parçası olmanın yazılmamış kuralları. İnsanlar doğrudan sert ve gerçek olanı sevmez. Çıplak gerçeğin keskin köşeleri vardır ve çoğu kişi bunları yumuşatmak ister. Bu yüzden, kendimiz olmak yerine sosyal maskeler takmayı tercih ederiz.
Bir de diğer yolu düşünelim. Düşündüğünüz gibi konuştuğunuz, hissettiğiniz gibi davrandığınız bir dünya… Ne kadar gerçek, değil mi? Ama aynı zamanda ne kadar tehlikeli!
Gerçek fikirlerinizi paylaştığınızda garipsenirsiniz. Canınız sıkıldığında bunu belli ettiğinizde, suratsız damgası yersiniz. İnsanları samimiyetsizlikleriyle yüzleştirdiğinizde yalnız kalırsınız. Kendi olmanın bedeli, genellikle yalnızlıktır.
Etrafınızdaki insanların büyük çoğunluğu, onay mekanizmasıyla çalışır. Belli kalıplara uymayan biri, toplumun akışını bozar. O yüzden, özgünlüğün fazla dozda olanı sindirilmez. En fazla “tuhaf” diye etiketlenirsiniz. Ve zamanla, insanlar etrafınızdan usulca çekilir.
İşte bu, her gün verdiğimiz farkında bile olmadığımız bir karar. Rol yaparak sürüye karışmak mı, yoksa yalnız ama gerçek olmak mı?
Kimileri maskelerini ustalıkla takıp çıkarır. Özel alanlarında gerçek, kamusal alanda yapaydırlar. Kendi dünyalarında özgür, toplum içinde oyuncudurlar. Kimileri ise maske takmaktan o kadar yorulmuştur ki, sahneyi terk eder. Kalabalık ortamlarda yalnız olmayı, içi boş sohbetler yerine derin sessizliği tercih ederler.
Her ikisinin de bedeli var. Ama belki de gerçek soru şudur: Yaşamak mı daha önemli, yoksa yaşanılır olmak mı?
Ya da, her ikisi arasında denge kurabilmek mi?