olaygazetecilik @ hotmail.com

Eskiden, Osmanlı zamanında, şehirde az sayıdaki genel tu- valetlerde raflarda dizili bulunan ibriklerle su verilirmiş. Bunu tuvalet işlerinden sorumlu " İbrikçi Başı "halledermiş.

...

Bir gün çok sıkışan bir adam süratle içeri girmiş, tam raftan bir İbrik kapacakken İbrikçi başının kalın, tok ve gür sesiyle durmuş: "Dur yolcu! Onu bırak, hayır! Onu da alma! Sağ üstteki raftan, soldan üçüncüyü al!"

...

Adamın itiraz edecek halinden öte, vakti yok. Çaresiz denileni yapmış. Rahatladıktan sonra ibrikçibaşının yanına gelmiş; "Bana bak! Bu verdiğin ibriğin parçaları aşağıdan yukarıya doğru; dip, çember, gövde, emzik, lüle, boğaz, kulp, kapak değil mi?" Evet, öyle..."

." Evdekiler, saraydakiler gümüş ve altından olabilir ama bunların hepsi de bakırdan değil mi?"

"Evet, öyle..."

Hepsinin hacmi aynı değil mi?

"Evet, öyle..."

"İçindeki suyu aynı yerden doldurdun değil mi?"

"Evet, öyle..."

"Beni daha önceden tanıyor musun? Bana bir düşmanlığın var mı?

Hayır, tanıyorum. Yok.

E, öyleyse, ne demeğe beni oyaladın demin? Seni dinlerken az daha malı ziyan eyleyecektik!

-"Aman beyim, onu da öyle yapamazsak; İbrikçibaşı olduğumuz nereden belli olacak?"