olaygazetecilik @ hotmail.com

42 yıldır bu memlekette gazetecilik yapıyorum... Çoğu kişi için hayatımın tamamını kaplayan bir kimlik bu. Ama bu serüvenin çok öncesinde, ortaokul sıralarında bambaşka bir idealim vardı: çizgi romancı olmak. O zamanlar, resim öğretmenim Serpil Öner'in de teşvikiyle, çizdiğim karikatürleri dönemin en önemli mizah dergilerine, Gırgır, Çarşaf ve Fırt'a gönderirdim. Birçok karikatürüm okuyuculardan gelenler veya çiçeği burnunda karikatüristler sayfasında yayımlanmıştı. Adını hatırlayamadığım birçok usta karikatüristin yanı sıra Raşit Yakalı ve Samim Değer gibi efsane isimler, çizimlerimi değerlendirir, beni yüreklendirirlerdi. Onların birkaç satırlık yorumları, benim için en büyük ödüldü.

O yılların en değerli anılarından biri de, Türkiye Çocuk Dergisi'nin sayfalarında ve Milli Gazete'de karikatürlerimin yayımlanmasıydı. Bütün harçlığımı çini mürekkebine, divit uçlarına, beyaz karton ve kuşe kağıda harcardım. Mürekkebin kokusu, kâğıdın o pürüzsüz dokusu... Benim için en büyük lükstü. Bu uğurda harcadığım paraların, aslında birikim değil, geleceğime yapılan bir yatırım olduğunu o zamanlar bilmiyordum.

Her hafta üç dört gün, dersten çıkar çıkmaz soluğu Türkiye Çocuk Dergisi'nin Cağaloğlu'ndaki binasında alırdım. O dönemin ünlü çizerleri Samim Değer, Talat Güreli ve Muammer Erkul'u saatlerce izlerdim. Onların çizgiye hayat verişini, karakterleri kâğıda dökerkenki ustalıklarını izlemek benim için en büyük dersti. Onlar beni severdi, ben onları. Gözlerinde, kendi gençliklerini, ilk heyecanlarını görürdüm sanki.

Arabalı Vapurdan Gebze Trenine

Mesai bittiğinde, derginin yazı işleri müdürü Şaban Çibir ile birlikte kapıyı kapatır, evlerimize dönerdik. Ben önce arabalı vapurla Harem'e geçer, oradan banliyö treniyle Gebze'ye giderdim. Haftanın üç günü bu rutini sürdürürdüm. Vapurun güvertesinde, Marmara'nın serin rüzgarıyla birlikte çizgi roman hayallerine daldığımı hatırlıyorum. Tren penceremden akıp giden ışıklar, benim için yeni hikâyelerin habercisiydi.

O günlerin unutulmaz bir anısı da, merhum Evren Ören'in bir öğlen yemeğinde  bana eliyle kavun yedirmesiydi. Sanat dünyasının, çizgi dünyasının bu samimi insanları, bana sadece çizgi dersi değil, aynı zamanda hayat dersi de vermişlerdi.

Çizgi romanlarımı çizmek için defter yapraklarını dergiye dönüştürür, sulu boya ve çini mürekkebiyle kahramanlar yaratırdım. Sonra da mahalledeki çocuklara okuturdum. Onların gözlerindeki ışıltı, benim için her şey demekti. Keşke o çizimler şimdi elimde olsa... Servetimi verirdim. Onlar sadece kâğıt parçası değil, benim çocukluk hayallerim, umutlarım ve ilk aşkımdı.

Bugün gazetecilik yapıyorum... Belki çizgi romanlar çizmedim ama hayatımın her anında, o çocukluk hayalimin izleri duruyor. O günlerin tutkusu, bugün yazdığım her satıra, yaptığım her habere ilham veriyor. Çünkü biliyorum ki, en iyi hikayeler, en saf duygulardan doğar. Tıpkı çizgisiz defter yapraklarına sığdırdığımız hayaller gibi...