Eskiden, Osmanlı zamanında,
şehirde az sayıdaki genel tuvaletlerde raflarda dizili bulunan ibriklerle su verilirmiş.
Bunu tuvalet işlerinden sorumlu " İbrikçi Başı "
halledermiş.
Bir gün çok sıkışan bir adam
süratle içeri girmiş, tam raftan
bir İbrik kapacakken İbrikçi
başının kalın, tok ve gür sesiyle
durmuş;
- " Dur yolcu! Onu bırak,
hayır! Onu da alma! Sağ
üstteki raftan, soldan
üçüncüyü al! " Adamın itiraz
edecek halinden öte, vakti
yok. Çaresiz denileni yapmış.
Rahatladıktan sonra
ibrikçibaşının yanına gelmiş;
- " Bana bak! Bu verdiğin
ibriğin parçaları aşağıdan
yukarıya doğru; dip, çember, gövde, emzik, lüle,
boğaz, kulp, kapak değil
mi? "
- " Evet, öyle..."
- " Evdekiler,
gümüş ve altından olabilir
ama bunların hepsi de
bakırdan değil mi? "
- " Evet, öyle... "
- " Hepsinin hacmi aynı
değil mi? "
- " Evet, öyle..."
- " İçindeki suyu aynı yerden doldurdun değil mi? "
- " Evet, öyle..."
- " Beni daha önceden
tanıyor musun? Bana bir
düşmanlığın var mı? "
- " Hayır, tanıyorum. Yok. "
- " E öyleyse, ne demeğe
beni oyaladın demin? Seni
dinlerken az daha malı
ziyan eyleyecektik! "
- " Aman beyim, onu da öyle
yapamazsak; İbrikçibaşı
olduğumuz nerden belli olacak!
İBRİKÇİBAŞI (!)
Bu makale 618 kere okunmuş.24 Ocak 2022, Pazartesi - 11:59