Kurulduğu günden bu yana hem gelip geçen misafirlerine hem sakinlerine, kimi zaman munis kimi zaman hiddetli bir ev sahibi olagelen İstanbul, her çağda olduğu gibi bugün de sanat üreticilerine ilham olmayı sürdürüyor.

İstanbul ve Edebiyat söyleşilerinde, İstanbul Hatırası, Beyoğlu Rapsodisi, Beyoğlu’nun En Güzel Abisi kitaplarıyla milyonlarca okura ulaşmış, modern edebiyatımızın önemli isimlerinden Ahmet Ümit, kendi İstanbul’unu anlattı.

İstanbul sizin için ne ifade ediyor?

İstanbul aslında bütün bir insanlığı ifade ediyor. Burada uzun süre yaşadığım için değil, Helenistik dönemden itibaren yüzyıllar boyunca dünya buradan, bugün bizim Sultanahmet dediğimiz İstanbul’un tepelerinden ilki olan meydandan yönetildi. Konstantine ile Roma’nın başkenti oldu, Roma ikiye ayrıldığında bu yönetim devam etti. Sonra 1453’ten sonra Fatih Sultan Mehmet ile yine dünya başkenti olmayı sürdürdü. Burası çok dilli, çok dinli, çok kültürlü yani, kozmopolit bir şehirdi. Bugün New York ne ise, Londra ne ise o ayarda bir şehirdi, aynı zamanda da gerçekten de idari anlamda dünyayı yöneten bir merkezdi. Dolayısıyla İstanbul demek bence bir insanlık başkenti, insanlığın kendisi demektir.

Çok önemli tarihsel dönemleri yaşayan uygarlıklar vardır, örneğin Mısır Uygarlığı 5 bin yıl önce de vardı ama homojen bir uygarlıktı. Her döneminde tek kültürlüydü. Ama İstanbul’a baktığımız zaman burada çok farklı uygarlıkları görüyoruz. Önemli olan budur, bütün insanlığın merkezi burasıydı. Büyük Konstantine Roma İmparatoru olduğunda bu yüzden başkent olarak bu şehri seçti.

İstanbul’un olağanüstü bir doğası, iki kıtayı buluşturan bir suyolu var. Üstelik İstanbul, bizim bütün o cahilliğimize ve yıkıcılığımıza rağmen hala güzelliğini korumayı sürdürüyor. Aynı zamanda sürekli yaşama enerjisini içinde barındıran, sürekli ayakta kalmayı başaran çok önemli bir şehir.

 Sizi İstanbul’a bağlayan şey nedir?

Aslında hayatımda dört şehir var. Doğduğum ve 18 yaşına kadar bulunduğum şehir Gaziantep, sonra İstanbul, sonra bir müddet yaşadığım Moskova ve şimdi üzerine bir roman hazırlığında olduğum için sık sık ziyaret ettiğim Berlin. Ama İstanbul bunların içerisinde en önemli olanı. Çünkü İstanbul’da bir yazar olarak insanlığın bütün hallerini, insanlığın bütün kültürlerini görmem mümkün. Ofisim Beyoğlu’nda bulunuyor, burada her türlü kültürü görmek mümkün.

Yazarın bir misyonu var ise insan ruhunu anlatmaktır.  İster Türk, ister Kürt, ister Fransız, İster İngiliz olun ya da Müslüman, Hristiyan, Yahudi veya Ateist fark etmiyor, insan ruhu değişmiyor. Bütün bu sözünü ettiğim dinler, uluslardan insanları Beyoğlu’nda görebiliyorum. Aynı zamanda onların sürekli değişen, altüst olan iyiyle kötünün, yıkıcılıkla yapıcılığın, merhamet ve nefretin bir arada olduğu o insan ruhunu hepsinde görebiliyorum. Bunun için bir yazar için İstanbul, inanılmaz bir laboratuvar. Ama bunun ötesinde, insan Ahmet Ümit olarak beni buraya bağlayan çok fazla şey var. Burada evlendim. Kızım, torunum burada doğdu. Burada tanınmış bir yazar oldum, ilk öykülerimi burada yazdım ve burada yaşamayı seviyorum.

Pek çok insan Beyoğlu’nun bugünkü hali hakkında konuşuyor, ama Beyoğlu toparlar, İstanbul kendini toparlar. Çünkü hayatın kendisi burada. Yeryüzünde başka hiçbir şehir böyle değil. Belki biz İstanbul’u yeterince koruyamıyor, sahip çıkmıyoruz ama burada olağanüstü bir kültür var. Bütün kötülüğümüze rağmen şehir hala inanılmaz cömert bir anne gibi bizi her manada beslemeyi sürdürüyor. Bu anlamda İstanbul, benzersiz, olağanüstü bir şehir.

Yazarlar aslında şehirleriyle anılırlar, çünkü baktığınızda şehir yazarı besler. Şehirleriyle özdeşleşmiş, şehirlerinden beslenen yazarlar vardır. Dostoyevski Petersburg, James Joyce Dublin, Dickens Londra, Victor Hugo Paris ile anılır. Benim şehrim de İstanbul’dur. İstanbul olmasaydı muhtemelen benim yazarlığım olmazdı. Bu şehir olmasaydı eserlerimi yazma imkânına sahip olamazdım. O yüzden İstanbul benim için sadece yaşadığım şehir değil, ruhumu her kültürüyle doğasıyla her anlamda besleyen; bazen beni çok öfkelendiren, bazen hüzünlendiren; bazen çok büyük mutluluklar veren bir şehir, hayatın kendisidir.

 İstanbul size nasıl ilham oluyor? İstanbul’u betimlerken gördüğünüz şeyi nasıl aktarabiliyorsunuz?

Aslında şehirler de insanlar gibidir. Biz onu inşa ederken o bizi olgunlaştırır. Bir İstanbullu, Kahireli’den ya da Londralı’dan farklıdır, çünkü şehir sakinlerini şekillendirir. Şehirlerin kendi kültürleri vardır, o kültür insanları olumlu-olumsuz değiştirir.

Ben, şehirleri de birer insan gibi ele alıyorum; doğup büyüyen, gelişen, mutsuz ya da mutlu olan, saygın, bakımlı ya da bakımsız, cahil ya da kültürlü insanlar gibidir şehirler. Şehirler insan eliyle inşa edilirler ama kendine özgü bir karakteri de vardır. O yüzden şehirleri anlatırken, İstanbul’u, Konya’yı anlatırken birer insan gibi anlatırım.

Şehir deyince soğuk gibi geliyor ama öyle değil aslında, şehirler de yaşayan birer canlı organizma. İstanbul da canlı organizmalardan biri, hatta en canlısı. Çünkü çok renkli. İstanbul’da yüksek, alt, düşmüş vesaire her çeşit kültürden söz edebiliyoruz. Burada önemli olan, bir yazar olarak ona insani bakış açısıyla bakabilmek. Hem sosyolojik, hem psikolojik, hem tarihi bir bakış açısı geliştirmek, ama tüm bunları anlatırken soğumamak. Bir bilim insanı soğukluğuyla değil de sanki annenizi, babanızı, kardeşinizi, çok sevdiğiniz bir dayınızı, bir akrabanızı ya da çok sevdiğiniz bir kadını/erkeği anlatır gibi anlatmak. Bu şekilde anlattığınız zaman zaten okur da hissetmeye başlıyor.

Eminim bir mimar, binaları benden çok daha iyi anlatacaktır. Ama benim kadar sıcak anlatması mümkün değil. Çünkü o, binaları bina olarak görüyor, oysa ben binaları yaşayan organizmalar olarak görüyorum.

İstanbul’un tarih boyunca edebiyatla olan ilişkisi sizi nasıl etkiliyor?

İstanbul hakkında yazılmış çok fazla şiir, hikâye, tiyatro oyunu ve roman var ama yeterli değil çünkü bu şehir için daha fazlası yazılabilir. Beni en çok Türkçe anlatan şair ve yazarlar etkiliyor. Ahmet Hamdi Tanpınar, Edip Cansever, İstanbul’a aşık olan Refik Halid Karay, Ahmet Rasim… Hepsinin İstanbul anlatımları çok kıymetlidir. Yahya Kemal’in İstanbul tutkunu olması ve onun İstanbul üzerine yazdığı olağanüstü güzel şiirler, Nazım’ın İstanbul üzerine yazdığı güzel şiirler ve onun büyük hasreti ya da burada yaşamış İkinci Yeni şairleri Edip Cansever, Cemal Süreya’nın olağanüstü İstanbul tasvirleri, Orhan Veli’nin İstanbul hakkında yazdıkları, beni çok yoğun etkiliyor.

Ama ne kadar yazılırsa yazılsın, yine az. Çünkü burada çok büyük bir tarih var, burada yaşanmış 8 bin yıllık tarih içerisinde anlatılacak çok fazla hikâye var.  İstanbul’a dair yazılanların hala eksik olduğunu düşünüyorum. Bir yazar başka hiçbir şeyi değil, bütün ömrü boyunca sadece İstanbul’u yazabilir yine de çok şey eksik kalır. Çünkü İstanbul; yoksulu, göçmeni, zengini, kültürlüyü, düşmüşü ve onların olağanüstü hikâyelerini bir arada barındırıyor. Tarihi boyunca sürekli hikâye üreten ve bugün de hala üretmeye devam eden bir şehir olması bakımından İstanbul, bir yazar için müthiş malzemeler sunuyor.